Trençkotun Sessiz Gücü

İstikrarlı ve kendinden emin bir duruşu olan ikonik silüet, her sezon kendini yeniden hatırlatmayı başarıyor.

15.04.2025

A⁺

A^-

“2025 İlkbahar-Yaz döneminde trençkot yeniden doğuyor!” demeyeceğiz zira o zati hiç ölmedi. Moda dünyasında birtakım modüller vardır; trendlerin değişim suratına karşın kendine sabit bir yer edinir. Trençkot da onlardan biri… Ne en argümanlı kesim, ne de sezonun sürprizi… Ama her sezon yeniden kendini hatırlatmayı başarıyor. Evet, tam olarak ikonik olan bu silüetin sessiz ama kendinden emin bir duruşu var.

Bugünlerde kısa versiyonlarıyla daha genç ve dinamik bir profil çizen, yere kadar uzanan modellerle klasik çizgisini sürdüren trençkot, yeniden keşfetmeye açık bir modül olarak karşımızda. İster topuklu ayakkabılarla şık görünüme, ister sneaker’larla koşuşturan il günlerine… Trençkot her öyküye uyuyor ama asla sıradanlaşmıyor. Her ortamda kendini geri planda tutarak tamamlayıcı bir görev üstleniyor. Tahminen de cazibesi tam olarak burada yatıyor: dikkat çekmeden istikrar kurmasında…

2025 İlkbahar döneminde trençkot klasik çizgisini korurken kimi güncellemeler de alıyor: oversize kısımlar, pastel renkler, çağdaşlaşan yorumlar dikkat çekiyor. Klasik bej tonları hâlâ tercih edilse de, yeni sezonda gri, toz pembe ve sütlü kahve gibi alternatifler de gardıroplarda yer buluyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi, trençkot I. Dünya Savaşı’ndaki siperlerde giyilmek üzere hafif, esnek ve hava şartlarına güçlü bir palto gereksiniminden doğdu. Lakin günümüzde hâlâ çok kadar popüler…

Trençkotun kökenleri 1800’lerin başlarına kadar gidiyor. O periyotta moda dizayncıları, beyefendilere yakışacak kadar şık ama hava şartlarına güçlü kumaşlar arayışındaydı. 1823’te Charles Mackintosh tarafından tasarlanan “mack” isimli palto, kauçukla kaplanmış pamuktan yapılmıştı ama kötü kokuyor ve güneşte eriyordu. Bir süre sonra John Emary, yağmurlu havalar için su geçirmez bir kumaş geliştirdi ve Latincede su manasına gelen “aqua” ve kalkan manasına gelen “scutum” sözlerinden oluşan “Aquascutum” isimli markasını kurdu. Çabucak akabinde Thomas Burberry, nefes alabilen ve kötü kokmayan su geçirmez bir gabardin kumaş geliştirdi. I. Dünya Savaşı başladığında, İngiliz subaylar yünlü, ağır ve rahatsız paltolar giyiyordu. Lakin siperlerde daha fazla zaman geçirdikçe, daha fonksiyonel bir şeye ihtiyaç duydukları ortaya çıktı. O periyotta subaylar ekseriyetle üst sınıflardan geldiği için kendi üniformalarını kendileri satın alıyorlardı. Hem kâfi müdafaa sağlayan hem de onları şık gösteren bir palto için moda tasarımcılarına başvurdular. Zira savaşın ortasında bile moda, toplumsal hiyerarşiyi pekiştiren bir ögeydi. İşte trençkot bu türlü doğdu. Hem Burberry hem de Aquascutum bu dizaynın sahibi olduklarını iddia ediyor.

Savaştan sonra trençkot, bir ikon hâline geldi. Bu, Hollywood sinemalarıyla daha da pekiştirildi. Audrey Hepburn’ün Breakfast at Tiffany’s’deki yağmurlu sahnesi yahut Humphrey Bogart’ın The Maltese Falcon ve Casablanca’daki siluetleri, trençkotun modayla olan münasebetini zamanla daha da güçlü kıldı.

Askeri geçmiş, 20. yüzyılın ikonik sinemalar ve il hayatının pratik gereksinimleri arasında köprü kuran bu modül, çoğu zaman hem fonksiyonel, hem de estetik bir alternatif olarak öne çıkıyor. Uzmanlara göre ise trençkot bugün hâlâ tanınan zira tıpkı kot pantolonlar gibi, bir muhtaçlıktan doğup vakitsiz bir şekilde hem fonksiyonel hem de şık kalmayı başardı.

Bazı kesimler var ki trend olmasa da hep oradadır. Trençkot, tam olarak bu türlü bir yerde duruyor.